Omzunda
Kamerayla Yaşayan Kadın
Bu
kadın, kadın olarak doğmadı elbette. O da herkes gibi küçük
bir kız çocuğuydu. Yani küçük bir oğlan olmayan diğer herkes
gibi demek istemiştim. Kamera omuzlarına ne zaman yerleşti,
şimdilik bilmiyoruz. Onu anlatmaya ve anlamaya başladığımda bunu da tespit edebileceğimi düşünüyorum. Belki de doğuştan
böyleydi, bu onun hem yeteneği hem de lanetiydi. Açıkçası onu
da bilemiyorum. Bu kadın uçlarda yaşamayı sever, Sakuralar gibi
yeteneğinin doruk noktası onun ölümü olabilir.
O, bir hayalet gibi kafamın içinde belirdiğinden beri, kendisini
tarif edeyim diye biraz fazlaca uğraştı. Günlük işlerimin
arasına girdi ve kendine dramlar yaratmaya başladı. Bu kadın-
Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın- bir oyuncu. Melodramlar kraliçesi.
Tanımaya
başlayalım; genç bir kadın, esmer, uzun boylu, sivri yüz hatları
var – buraya kadar bana çok benzedi- bir film setinde yaşıyor ve
genelde sivri uzun siyah ağızlıklı sigaralar içiyor -şimdi de
Audrey Hepburn oldu- kendisi oyunculuğun yanı sıra senaryo
yazarlığı da yapıyor çünkü ondan başka hiç kimse bu kadar güzel
karakterler yaratamazmış, öyle dedi.
Omzunda
Kamerayla Yaşayan Kadınla bir gün siz de karşılaşabilirsiniz.
Karşılaştığınızda anlayabilmeniz için yazıyorum bu yazıyı.
Kendisi tehlikelerle doludur, sinsi ve içten pazarlıklıdır, pek
güvenilmez. Peki ben onu nasıl yakaladım?
Sıradan
bir gün, her şey yolunda sıcaklık normal seviyede, aç değilim,
yorgun değilim, hayatta kötü giden bir şey yok gibi-ydi. Sonra
içimden bir ses, “Patlat bir Sezen Aksu şarkısı” dedi. Bir
kahve yap kendine, uzat ayaklarını, bir sigara yak- ki sigara
içmem, neyse ki evde vardı da o sırada müşkül bir duruma düşmedim- bakışlarını uzaklara çevir. Güzel. Derin nefesler
çek sigaradan, dumanını yavaş üfle. Canın acıyor değil mi –
evet biraz acımaya başladı- ah ah... şimdi gözlerini kısarak
bak, bir iki damla göz yaşı süzüldü. Odanın içinde bir
yöntemen mi vardı yoksa içime başka biri mi kaçtı, ben ne
yapıyorum derken müziği değiştirdim, gözlerimdeki yaşları
sildim kahve fincanımı ters çevirdim niyetimi ettim ve çalışmamın
başına döndüm.
Bunun
geçici bir şey olduğunu düşünmüştüm, bir anlık melankoli.
Çok hafife almış olabileceğimi sonra anlayacaktım. Bir kere
içime yerleşmişti o hüzün. Tuvalette aynanın karşısına
geçiyorum ve biri bana diyor ki “Hayır buraya kadar geldin, şimdi
pes edemezsin” ben de öfkeyle ona bakıyorum ve “Bana ne yapıp
ne yapamayacağımı söyleyemezsin” diyorum. Sonra da kafamı
hızla çeviriyorum ve “Hamileyim” diyorum. Hamile miyim? Hayır.
O kim? Bilmiyorum. Ben kimim? Onu da anlamıyorum.
Çok
sinsiydi. Diğerlerini bulmak biraz daha kolaydı. Okşan, Queen ve
Saplantılı Saniye kendilerini yoğun bir biçimde belli etmişler,
ilk tespitten ve bir kaç konuşmadan sonra kendilerini açmışlar,
dertlerini anlatmışlardı. Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın -OKYK-
hepsinden farklıydı.
Akşam
yürüyüşlerimde, kafamda işlerimle ilgili şeyler varken kendimi
birden bire bir aksiyon filminin içinde buluyordum. “Yerimizi
öğrendiler, şimdi ne yapacağız.” “Hep senin salaklıkların
yüzünden o adama güvenmeyecektin, o bir sahtekâr.” “Ama ben
de sahtekârım.” “Hayır, sen gizli ajansın.” Ajan falan
değilim, bu gerçek değil. Adımlarımı hızlandırıp yola devam
ederken bu kez de “Peki şimdi ne yapacaksın?” “Hangi konuda.”
“Çocuğunu bırakıp gitmek zorundasın.” Adımlarını
yavaşlat, denize doğru bak, iç geçir. Şimdi denizin kenarından
bir taş al ve onu at. Derin bir nefes al ve yürümeye devam et.
Neden? Neden beni ele geçirmeye çalışıyorsun OKYK?
Küçük
bir çocukken aynanın karşısında mimiklerimi incelerken
hatırlıyorum kendimi. Gözlerde biriken yaşlar, kaşların
çatılması, ağızın kenarındaki kırışıklık. Kendini
ağlarken tutmaya çalışmak, ağlamanın kollarına bırakmak,
hıçkırmak. Bana bütün bu rolleri denetip kendin film setlerinde
yakışıklı jönlerle takıldın değil mi?
Gerçek
bir duygunun kollarında güvenle yoluma devam ederken birden bire
onun -rol- olması. İşte seni yakaladım OKYK. Seni yakalamak zor
çünkü değişkensin ama klişesin. Şöyle ki, bir duyguyu sanki o
sırada yanında olan bir başkasına anlatıyormuş gibi yaşıyorsun “Ben de
yemek yapıyorum işte, hava da sıcak. Kendimi bugün bunalmış
hissediyorum. Sen nasılsın Jack?” Jack kim? Ben kafamın içinde
kiminle konuşuyorum? A-ha! Bu, gerçek değil.
“Senin
yarattığın, ucuz filmlerden çıkmış, duygusal ve yapış yapış
karakterlerinden sıkıldım!” Ona böyle söyleyince biraz
korktuğumu itiraf etmeliyim. Kendisi zekidir, güzel roller yazar.
Onları güzel oynar. Her an taktik değiştirebilirdi. Daha da kötüsü temelli gidebilirdi. Halbuki ona ihtiyacım var.
Omzunda
Kamerayla Yaşayan Kadın, dışarıdan içeriye bakan kadın. Elâlem ne der? diyen kadın. Ben bu işi
yapıyorum ama dışarıdan nasıl görünür diyen. Kelimelerini
tartarak söylemek zorunda olan kadın. Hayatta kalmak için rol
yapmaya ihtiyacı olduğunu düşünen. Seviyormuş gibi yaparsa
incinmeyeceğine inandırılmış. Kafasını hiç olmayan şeylerle
meşgul ederse sorunlarından kaçabileceğini sanmış kadın. İçini
dinlemeyen, içinin farkında bile olmayan kadın.
Duygular
konusunda muhteşem, empati yeteneği muazzam, duyarlı, hassas.
Sadece tek taraftan bakıyor. Her duyguyu barındırıyor, her
kimliği. Tüm bunlar zaten içinde. Yaşadığı harika bir hayat
var. Sadece durması ve oyunculuk tarzını değiştirmesi gerekiyor.
Sahteleşmeden.
Kendisini
tanıdığım için çok şanslıyım. Artık seni görüyorum
Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın. Pencereden dışarı bak, elini
başının üstüne koy, cırcır böceklerinin sesini farkedip
gülümse. Kestik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder