29 Haziran 2017 Perşembe

Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın



Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın

Bu kadın, kadın olarak doğmadı elbette. O da herkes gibi küçük bir kız çocuğuydu. Yani küçük bir oğlan olmayan diğer herkes gibi demek istemiştim. Kamera omuzlarına ne zaman yerleşti, şimdilik bilmiyoruz. Onu anlatmaya ve anlamaya başladığımda bunu da tespit edebileceğimi düşünüyorum. Belki de doğuştan böyleydi, bu onun hem yeteneği hem de lanetiydi. Açıkçası onu da bilemiyorum. Bu kadın uçlarda yaşamayı sever, Sakuralar gibi yeteneğinin doruk noktası onun ölümü olabilir.


O, bir hayalet gibi kafamın içinde belirdiğinden beri, kendisini tarif edeyim diye biraz fazlaca uğraştı. Günlük işlerimin arasına girdi ve kendine dramlar yaratmaya başladı. Bu kadın- Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın- bir oyuncu. Melodramlar kraliçesi.

Tanımaya başlayalım; genç bir kadın, esmer, uzun boylu, sivri yüz hatları var – buraya kadar bana çok benzedi- bir film setinde yaşıyor ve genelde sivri uzun siyah ağızlıklı sigaralar içiyor -şimdi de Audrey Hepburn oldu- kendisi oyunculuğun yanı sıra senaryo yazarlığı da yapıyor çünkü ondan başka hiç kimse bu kadar güzel karakterler yaratamazmış, öyle dedi.

Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadınla bir gün siz de karşılaşabilirsiniz. Karşılaştığınızda anlayabilmeniz için yazıyorum bu yazıyı. Kendisi tehlikelerle doludur, sinsi ve içten pazarlıklıdır, pek güvenilmez. Peki ben onu nasıl yakaladım?

Sıradan bir gün, her şey yolunda sıcaklık normal seviyede, aç değilim, yorgun değilim, hayatta kötü giden bir şey yok gibi-ydi. Sonra içimden bir ses, “Patlat bir Sezen Aksu şarkısı” dedi. Bir kahve yap kendine, uzat ayaklarını, bir sigara yak- ki sigara içmem, neyse ki evde vardı da o sırada müşkül bir duruma düşmedim- bakışlarını uzaklara çevir. Güzel. Derin nefesler çek sigaradan, dumanını yavaş üfle. Canın acıyor değil mi – evet biraz acımaya başladı- ah ah... şimdi gözlerini kısarak bak, bir iki damla göz yaşı süzüldü. Odanın içinde bir yöntemen mi vardı yoksa içime başka biri mi kaçtı, ben ne yapıyorum derken müziği değiştirdim, gözlerimdeki yaşları sildim kahve fincanımı ters çevirdim niyetimi ettim ve çalışmamın başına döndüm.

Bunun geçici bir şey olduğunu düşünmüştüm, bir anlık melankoli. Çok hafife almış olabileceğimi sonra anlayacaktım. Bir kere içime yerleşmişti o hüzün. Tuvalette aynanın karşısına geçiyorum ve biri bana diyor ki “Hayır buraya kadar geldin, şimdi pes edemezsin” ben de öfkeyle ona bakıyorum ve “Bana ne yapıp ne yapamayacağımı söyleyemezsin” diyorum. Sonra da kafamı hızla çeviriyorum ve “Hamileyim” diyorum. Hamile miyim? Hayır. O kim? Bilmiyorum. Ben kimim? Onu da anlamıyorum.

Çok sinsiydi. Diğerlerini bulmak biraz daha kolaydı. Okşan, Queen ve Saplantılı Saniye kendilerini yoğun bir biçimde belli etmişler, ilk tespitten ve bir kaç konuşmadan sonra kendilerini açmışlar, dertlerini anlatmışlardı. Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın -OKYK- hepsinden farklıydı.

Akşam yürüyüşlerimde, kafamda işlerimle ilgili şeyler varken kendimi birden bire bir aksiyon filminin içinde buluyordum. “Yerimizi öğrendiler, şimdi ne yapacağız.” “Hep senin salaklıkların yüzünden o adama güvenmeyecektin, o bir sahtekâr.” “Ama ben de sahtekârım.” “Hayır, sen gizli ajansın.” Ajan falan değilim, bu gerçek değil. Adımlarımı hızlandırıp yola devam ederken bu kez de “Peki şimdi ne yapacaksın?” “Hangi konuda.” “Çocuğunu bırakıp gitmek zorundasın.” Adımlarını yavaşlat, denize doğru bak, iç geçir. Şimdi denizin kenarından bir taş al ve onu at. Derin bir nefes al ve yürümeye devam et. Neden? Neden beni ele geçirmeye çalışıyorsun OKYK?

Küçük bir çocukken aynanın karşısında mimiklerimi incelerken hatırlıyorum kendimi. Gözlerde biriken yaşlar, kaşların çatılması, ağızın kenarındaki kırışıklık. Kendini ağlarken tutmaya çalışmak, ağlamanın kollarına bırakmak, hıçkırmak. Bana bütün bu rolleri denetip kendin film setlerinde yakışıklı jönlerle takıldın değil mi?

Gerçek bir duygunun kollarında güvenle yoluma devam ederken birden bire onun -rol- olması. İşte seni yakaladım OKYK. Seni yakalamak zor çünkü değişkensin ama klişesin. Şöyle ki, bir duyguyu sanki o sırada yanında olan bir başkasına anlatıyormuş gibi yaşıyorsun “Ben de yemek yapıyorum işte, hava da sıcak. Kendimi bugün bunalmış hissediyorum. Sen nasılsın Jack?” Jack kim? Ben kafamın içinde kiminle konuşuyorum? A-ha! Bu, gerçek değil. 

“Senin yarattığın, ucuz filmlerden çıkmış, duygusal ve yapış yapış karakterlerinden sıkıldım!” Ona böyle söyleyince biraz korktuğumu itiraf etmeliyim. Kendisi zekidir, güzel roller yazar. Onları güzel oynar. Her an taktik değiştirebilirdi. Daha da kötüsü temelli gidebilirdi. Halbuki ona ihtiyacım var.

Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın, dışarıdan içeriye bakan kadın. Elâlem ne der? diyen kadın. Ben bu işi yapıyorum ama dışarıdan nasıl görünür diyen. Kelimelerini tartarak söylemek zorunda olan kadın. Hayatta kalmak için rol yapmaya ihtiyacı olduğunu düşünen. Seviyormuş gibi yaparsa incinmeyeceğine inandırılmış. Kafasını hiç olmayan şeylerle meşgul ederse sorunlarından kaçabileceğini sanmış kadın. İçini dinlemeyen, içinin farkında bile olmayan kadın.

Duygular konusunda muhteşem, empati yeteneği muazzam, duyarlı, hassas. Sadece tek taraftan bakıyor. Her duyguyu barındırıyor, her kimliği. Tüm bunlar zaten içinde. Yaşadığı harika bir hayat var. Sadece durması ve oyunculuk tarzını değiştirmesi gerekiyor. Sahteleşmeden.
 Kendisini tanıdığım için çok şanslıyım. Artık seni görüyorum Omzunda Kamerayla Yaşayan Kadın. Pencereden dışarı bak, elini başının üstüne koy, cırcır böceklerinin sesini farkedip gülümse. Kestik.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahlı Kadın, Deniz Kızı ve Sis

Masal anlatmak ve masal anlatıcılığı atölyesi düzenlemek için geçtiğimiz hafta Ankara’daydım. Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Susan Hi...