Kendimizle aramıza koyduğumuz
duvarları aşarsak çevremizdeki kişilere karşı sınırlarımızı
daha belirgin çizmiş oluruz. Sınır koyma işini ilk düşündüğüm
zamanlar, kızım Asya Mavi'in doğumundan sonra başlıyor. Ben
sınır koymayı ve sınır koymanın iyi bir şey olduğunu anne
olduktan sonra öğrendim. Sonrasında da bir çok ilişkimde bunun
önemini deneyimledim. Bir gruba uzun süre ders vereceksem, onlarla
tanıştığım ilk zamanda beni ve davranışlarımı yokladıklarını
farkettim. Bu insan olarak hepimizin yaptığı bir şey. Merak
ediyorlardı, bu kadın neleri seviyor nelerden hoşlanmıyor. Ne
kadar ileri gidebilirim ve bence asıl merak edilen de tüm bunlar
olduktan sonra da beni sevecek mi?
Bir insanın sınırlarını anlayabilirsek kendimizi daha güvenli hissediyoruz. Bu da bebeklikten başlıyor. Çocuklarımızı koşulsuzca seviyoruz, aynı şekilde anne ve babalarımızı da koşulsuzca seviyoruz. Ancak öğrenmemiz lazım hayatı. Çünkü çevremizdeki herkes bizim anne ve babamız değil. İlişki biçimlerini öğrenmemiz gerekiyor. Çocuklarımıza verebileceklerimizin bir sonu var, daha fazlasını vererek onları kendilerine yeter bireyler yapmıyoruz. Aksine daha da aldıkça sıradakini merak eden ve asla elindekiyle yetinmeyen bireyler yetiştiriyoruz. Kuralları koymak ve koyduğumuz kurallara uymak bizim elimizde. Burada sert bir yapıdan söz etmiyorum, çelişkili davranıştan söz ediyorum. Ben kızıma yarım saat çizgi film izleme zamanı koymuşsam ve sırf o ağladığı, dövündüğü için bu süreyi bir saate uzatmışsam sorunlara davetiye çıkarıyorum. O zaman ben kolay kandırılan, sözünü yerine getirmeyen ve belki de onun iyiliğini önemsemeyen biri oluyorum. Bu karşı taraftakine gerçek sevgi ve saygıyı iletmiyor. Ona iyilik yapıyor gibi görünüp öz değerini küçültmüş oluyorum.
Bir insanın sınırlarını anlayabilirsek kendimizi daha güvenli hissediyoruz. Bu da bebeklikten başlıyor. Çocuklarımızı koşulsuzca seviyoruz, aynı şekilde anne ve babalarımızı da koşulsuzca seviyoruz. Ancak öğrenmemiz lazım hayatı. Çünkü çevremizdeki herkes bizim anne ve babamız değil. İlişki biçimlerini öğrenmemiz gerekiyor. Çocuklarımıza verebileceklerimizin bir sonu var, daha fazlasını vererek onları kendilerine yeter bireyler yapmıyoruz. Aksine daha da aldıkça sıradakini merak eden ve asla elindekiyle yetinmeyen bireyler yetiştiriyoruz. Kuralları koymak ve koyduğumuz kurallara uymak bizim elimizde. Burada sert bir yapıdan söz etmiyorum, çelişkili davranıştan söz ediyorum. Ben kızıma yarım saat çizgi film izleme zamanı koymuşsam ve sırf o ağladığı, dövündüğü için bu süreyi bir saate uzatmışsam sorunlara davetiye çıkarıyorum. O zaman ben kolay kandırılan, sözünü yerine getirmeyen ve belki de onun iyiliğini önemsemeyen biri oluyorum. Bu karşı taraftakine gerçek sevgi ve saygıyı iletmiyor. Ona iyilik yapıyor gibi görünüp öz değerini küçültmüş oluyorum.
Aynı şey bu noktada kendim için de
geçerli. Eğer kendime saygı duyuyorsam bana yapılmasını
istemediğim davranışlara göz yummamalıyım. Yapabileceklerimin
bir sınırı var. Çalışma saatlerimin, okuma zamanlarımın,
arkadaşlarıma ayırabileceğim vaktin, aileme ayırdığım vaktin,
temizlik zamanının, kendime ayırcağım zamanın. Bunlar elbette
takvimimde işaretli değil, zamanlarını da kağıt kalemle
belirlemedim. Ancak hissediyorum. Bir yerde dengesizlik olduğunda,
sınırımın aşıldığı bir durum olduğunda kendimi kötü
hissediyorum. Diğer alanlardan enerji almaya ve yine tüm benliğimi
oraya aktarmaya çalışıyorum. Sonrasında ise ya bir öfke
patlaması, ağlama ya da ağır bir hastalık olarak ortaya çıkıyor.
Sınır ihlali.
Durup kendime neden diye sormam
gerekiyor? Neden sınırlarımı zorladım? Kendimi kanıtlama
ihtiyacından mı? Sevilme arzusundan mı? Hayır diyemediğim için
mi? Bir şeyleri unutmak için mi? Bunu bulduğumda ise iş
değişiyor. Önce bu durumu açık bir şekilde ifade ediyorum.(ki
bunu çok zor öğrendiğimi söyleyebilirim) sonra da kendime “neye
ihtiyacım var?” diye soruyorum. Dinlenmek, çalışmak, kızımla
zaman geçirmek, film izlemek, yazmak. Bir kere kendimle bağlantı
kurunca işler kolaylaşıyor. Bir süre bu denge hali devam ediyor,
yeni bir sınır ihlaline kadar. Sonra o ihlalden de bir şey
öğreniyorum. Hayat böyle sürüp gidiyor.
Sınır koymanın katı duvarları
yoktur, o geçirgen bir yapıdadır. Sanki çevremde yoğun bir ışık
gibi. Paylaşmak için o yoğunluğun içine kalmalıyım ki kendimle
bağlantım kopmasın. Tıpkı masal anlatırken olduğu gibi.
Önümdeki sınır kalın değil, seyircilerin gözlerinin içine
bakıyorum, mekanı görüyorum, olan şeyi olduğu gibi kabul
ediyorum. Ama önümdeki ışıktan sınır olmazsa kendimle bağlantı
kuramam, masalla bağlantı kuramam o zaman da anlatacağım bir şey
olmaz. Önümdeki sınırlarım çok katı ise bu sefer anlatacağım
kimse olmaz. Bu her zaman tam dengede değildir, değişkendir.
Değişken olmasaydı çok sıkıcı olurdu, kim mükemmel bir
masalcı dinlemek ister? Kim hiç hata yapmayan birini görmek ister?
Öyle biri yoktur bu yüzden gördüğümüz her mükemmel
anlatıcının rol yaptığını biliriz. İçindeki kusura
dokunabilme cesareti, bana anlatıcılığı sevdirdi ve anlamamı
sağladı, ancak sınırlarımı bildiğimde sınırsız olabilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder